Yalnızlığın En Derin Hali
Yazar: Klinik Psikolog Hande Sena Işın
Bir dünya düşünün, uygar bir şehir yaşamına sahip olabilmek için romantik bir partner ile bir çift olmanız gerektiği, bu eşleşmenin bariz bir ortak özellik üzerinden gerçekleşmesi beklendiği ve bu durumun belgelenerek polislerce kontrol edildiği bir dünya… Yalnız olmanın bir kusur olarak görüldüğü ve cezalandırıldığı bir dünya. Evet , distopik bir dünyaya kapı açıyor Yórgos Lánthimos‘un “The Lobster – Istakoz” filmi. Böyle bir dünyada yalnızlığı ve bu yalnızlığı bitirmeye mecbur bırakıldığında insanların kendine nasıl yabancılaştığını, bir mimar olan David’in hikayesi üzerinden izliyoruz. Hayatında hiç yalnız kalmamış olan David, karısı onu başka bir adam için terk edince yeni bir partner bulmak için özel bir otele yerleşir. Bu otelde misafirler 45 gün süre içinde birine aşık olmayı başaramazlarsa seçtikleri bir hayvana dönüştürülmektedirler. Sanki aşka düşmek, sevmek zaman baskısı altında olabilirmiş gibi… David de uzun bir yaşamı olan ve bu yaşamı boyunca doğurgan kalan istakoza dönüşmek istemektedir. Hayatında hiç yalnız kalmamış bir adamın bağımlılık şeması ile derinde en büyük korkusudur bu yalnızlık, insanlığını kaybedecek olsa bile yalnız olmaktan korkmaktadır.
Bu otelde, kıyafetler üniforma gibi otel yönetimi tarafından tedarik edilmekte, neredeyse her türlü bireyselliği yok eden bu sistem içinde bir eşi olmayan kadın ve erkeklerin nasıl durumlarda kaldıkları kötümser bir tablo ile bir gösteri gibi sahnelenerek çift olmanın önemine vurgu yapılır. Yalnız olmamak, bir hayvana dönüştürülmeden, bir insan olarak, ama temelde yaşamayla eş değerdir. Bu otelde erkek misafirler cinsel olarak uyarılıp, bunun onların bir partner bulmasına psikolojik olarak yardımcı olacağı söylenir, bu hayvana dönüştürülmeden bir hayvan gibi muamele edilmek değil de nedir? Hal böyle olunca, otelin misafirlerinin tek tek yüzeysel benzerliklere takılıp, duygusuz yakınlaşmalar yaşadıklarını görürüz. Bu dünyada duyguları bastırma şemasına teslim, sosyal izolasyon şemasını aşırı telafi ederek bukelamunlaşan insanlarla doludur. David de öyle… “Duyguların varken yokmuş gibi davranmanın, yokken varmış gibi davranmaktan kolay olduğunu fark ettiğinde” kalpsiz bir kadını kendine partner adayı olarak seçer. Duygusuz ve bir nevi cani olan bu kadın David’in gerçekten “duygusuz” olduğuna inanmak için onu çeşitli testlere tabi tutar. “Hiç bir ilişki bir yalan üstüne inşa edilmemelidir” der kadın. Haklıdır da ama kadının cezalandırıcılık şeması bu durum David’in köpeğini- yani abisini- tekmeleyerek öldürmesine kadar gidecektir. Bu dünyada yalan birliktelikler dışında başka türlüsü mümkün görünmemektedir. İlişki içinde yalnız kalan ve o ilişki içinde olabilmek için kendine yabancılaşan insanların dünyası.. Bu içsel yabancılaşmanın ve sevdiği birini kaybetmenin acısını beraber yaşayan David otelden kaçar.
David’in yeni hayatı, ormandaki “Yalnız”lara katılması ile bu distopik dünyanın diğer tarafını seyirciye açar. Dünyanın bu tarafında ise, insanlar ormanda bir yabani gibi yaşar, ve bu tarafta yalnızlığın getirdiği herşey uygun kabul edilir, ama flörtleşmek veya cinsel yakınlaşmalar yasaktır, cezalandırılır. Yine de bir zaman baskısı olmadan bireysel özgünlüğü ile var olabilmek, daha özgür ve spontan davranışların müsade edildiği bu tarafında bir aşk doğması daha muhtemel değil midir? Kendi gibi miyop olan bir kadın ile David arasında gelişen yakınlık fark edilmemek için kendilerine ait bir dil geliştirmeye kadar gider, derinleşir. Aralarındaki işaret dilinde, “seni dünyadan herşeyden çok seviyorum” demek olan işaret ile “dikkat et tehlikedeyiz” demek olan birbirine çok benzemektedir. Gerçekten de dünyanın bu tarafında bu durum böyledir. Sevmek tehlikelidir. Bu süreç içerisinde David’de bir terk edilme şeması görüntüsüne rastlarız. Hayatı boyunca yalnız kalmamış bir dinamiği olan David’in bağımlılık şemasına daha temel olan Terk Edilme şemasının eşlik ettiğini görmeye şaşırmamalı. Kadın tavşan yemeği çok sevmektedir, ve kadını bir gün başka bir adamla sohbet ederken görünce, “başkasından istemene gerek yok, ben sana her istediğinde tavşan yakalarım” der ve kuşkucu bir şekilde o adamın da miyop olup olmadığını sorar. Kadın hayır desede inanmaz ve adamdan öğrenmeye çalışır. Bu gizli romantik birlikteliğe ilk tehdit bu şekilde gelmiştir.
Bu gizli ilişkiye gelen ikinci tehdit ise çok daha büyüktür. Yalnızların lideri, David’in sevgilisinin günlüğünü bularak ilişkilerini fark etmiş ve buna engel olmak için kadını şehirde bir hastanede kör ettirmiştir. Bu durumda kalan kadın dönüş yolunda isyan eder, neden liderleri kör etmek için David’i değil de onu seçmiştir? “Beni değil onu kör etseydin” der açık açık. Kadının bu isyanında, ilişkisine mal olacak olsa bile bedensel bütünlüğünü öne alan kendini koruma güdüsünü açıkça görürüz, çok doğal bir tepki öyle değil mi? Liderin bu müdahalesi, çiftin bir ilişkisi olabilmesi için gerekli olan ortak özelliği, miyop olmak, ortadan kalkmış ve ilişkilerini gizli olarak devam ettirmeleri için oluşturdukları dil kullanılamaz hale gelmiştir. Başka bir ortak özellik aramaya başlayan çift, farklı bir şey bulamaz. İşte burdan sonrasında bu ilişkinin nasıl devam edeceğini, aslında lider farkında olmadan seçimi ile belirlemiştir biraz da… David’in sevgisinin mi yoksa yalnızlık korkusunun mu büyüklüğüne gösterge olacak planını sevgilisi ile paylaşması ile film ilerleyip son bulur. David’de Bağımlılık ve Terk Edilme şemalarına en sık eşlik eden Fedakarlık Şeması da bu planında görünür olur. Kendini sakatlamak uğruna bir ilişkinin peşinden gitmek, yalnızlığın en derin hali değil de nedir? Filmin sonunda, David’in yalnızlığının ne kadar derinde olduğunu cevabını tam almayız aslında. Acaba David içgüdüsel bir korku ile şemalarına baş kaldırabilmiş midir? Yoksa yalnızlığı, yanında sevgilisi varken duygu dünyasının derinlerinde varolmaya devam mı etmektedir?
Dergideki yazı görseli
