Ben Kendimin Masalıyım

Dergi Yazısı : Kulüp Dizisi Karakter Analizi

Yazar: Klinik Psikolog Hande Sena Işın

Bir çatıda genç bir kadının bir adamı vurması ile başlıyor Kulüp dizisi, aldatılmanın acısına dayanamamış bir genç kadının kestiği cezanın bedeli yaşamı oluyor adamın. Bir kadın ve bir adam deyince aldatmalar hep bir üçüncü kadın ya da erkek diye düşünürüz, oysa ki 17 yıl sonrasında izlediğimiz Matilda’nin hikayesi çok daha hüzünlü… Gerçek olaylardan esinlenerek çekilmiş olan Kulüp dizisindeki karakterler de öznel dünyaları ile hayatları birbirine geçmiş altı insanın hem içsel hem de birbirleri olan çatışmalarını konu ediyor. Her birinin hikayesi ayrı, tetiklenen şemaları ve modları da.. Ama şema deyince sanırım akla gelen ilk ana tema: çocukluk yaşantıları ve ebeveyn ilişkileri oluyor.

Çocukluğumuzda benliğimizi korumuş olmuş olsa da yetişkinlikte gerçeği çeşitli lensler ardından çarpıtarak algılamamız, yapabilecekken yapamayız sanmamız, ihtiyacımızı alabilecekken hakkımız yokmuş gibi hissetmemiz ve bunun gibi bir çok yanlış inanışı taşımamıza sebep olan şemalarımız da aslında kökte ebeveynlerimizin bize bizimle ilgili anlattıkları masallardan, bizi bir nevi aldatmaları yüzünden oluşmuyor mu?

50’li yılların Türkiye’sinde zengin bir ailede doğmuş bir yahudi kadını olan Matilda ile “Benim burda ailem yok” diyerek yetimhanedeki kızı Rachel’e başından geçenleri anlatmaktan kaçmaya ve her şeyi geride bırakıp İsraile gitmeyi düşündüğü bir zamanda tanışıyoruz. Annesini küçük yaşında kaybetmiş olan Matilda, bir erkek kardeş ve babası ile büyümüş ve uzun yıllar evin annesi olmuştur. Büyüme sürecinde mutlu olduğunu söylese de, bu dönemde evin annesi rolünü üstlenmek onun bir çocuk olarak psikolojik ihtiyaçlarını karşılanmasına ne kadar yardımcı olmuş olabilir ki? Kendine göre geçerli sebepleri olsa da yüzleşmekten korktuğu suçluluğu ile kızı ile kurabileceği yakın ilişkiden uzak durmaya çalışarak Duygusal Yoksunluk şemasının kaçınma tepkisinde. Neden Matilda’nın kaçınmaya çalıştığını ise dizi ilerledikçe anlıyoruz. Bunun nasıl içte kemiren bir suçlulukla olduğunu… O dönemin Türkiye’sinde bir azınlık olmanın ve karşılanmayan güven ihtiyacının katı bir cezalandırıcılık şeması ile bedelini ödettirirken bir hükümlü olmuş olmanın kusurluluk duygusuna çıkan kapıları.  Büyümüş halini henüz hiç görmediği kızının resmini dahi yırtacak kadar duygusundan kaçmaya çalışmaktadır. Duyguları bastırma şemasının kaçınması ile onda tetiklenebilecek her türlü incinme, özlem ve korkudan uzak durma çabası ile. 

Matilda’yı kaçmaktan savaşmaya sokan ise, o İsrail planları yaparken kızının başına belalı bir iş gelmesidir. Haham David’in Raşel’e dediği söz, “Benden başka senin şımarıklıklarını çekecek kimsen yok, hadi bakalım ne yapacaksın” cümlesi Matilda’yı kendi duygusal yoksunluğunun olduğu yerden etkiler. Onun burada yalnız başına kalacağı gerçeği, kendisi gibi bir hapishane yaşantısı olması ihtimali, Matildayı savaşa sokar, kızına kol kanat gerip sadece onun kendi yaşadığı bu durumu yaşamaması için boş bir senet imzalar… Matilda’yı sadece kızının değil, dizi boyunca türlü zayıf karakterlerin yanında destekçi olarak görürüz, kendisi bu desteklerinden zarar görse de bu davranışını değiştirmez, bu açından baktığımızda Matilda’nın bariz bir fedakarlık şeması olduğunu ve bu şemaya da teslim olduğunu görürüz.

Matilda ile kızı Raşel’in yaşadıkları elbette dizide en önemli alt hikayedir. Burada ebeveyn ile ilişkilerin nasıl içsel dünyamızı şekillendirdiğini daha yakından görüyoruz dizi boyunca. Matilda kızını sahiplendiği ve onun için savaşmaya hazır olduğunu belirtse de, yıllarca annesinin olmadığı gerçeği ile yaşayan Raşel’e bu bilgi kaldırması ağır bir duygu yükü ile geliyor. Raşel’in annesi ile tanıştığı zamanda nasıl da öfke ile karşılık verdiğini gördüğümüzde, bu öfkenin içeride yıllar önce terk edilmenin verdiği incinmişliği koruyan, saklayan bir öfke olduğunu biliyoruz. Annesine yakın hissetmeye başladığı bir zaman onun İsrail biletini görünce de, “Kalıcı değilim bu evde, heveslenme, istemiyorum senle yaşamak” diyerek yine aynı incinmişliği örtmeye çalışıyor. Biraz da yanan kendi canı gibi onun da canını acıtmak için sert bir dille konuşarak Cezalandırıcılığa teslim oluyor. Annesinin ona gitmeden bir zarf içinde para bıraktığını öğrendiğinde de, “Parayla mı satın alacakmış anneliğini” diyecektir, bir evlat olarak değerli olmak, korunup kollanmak nedir bilmemektedir, ama dizi boyunca Matilda’nın verdiği sevgi şefkat kabul ve rehberlik ile bu duyguyu zamanla tanıyacak ve anlayacaktır. Yine de içine işlemiş kaçma tepkisini engellemeyecek, hep başka başka şeylerden kaçacaktır.

Matilda’nın Raşel ile buluşması zamanı hayatında önemli bir rolü olacak olan Çelebi karakteri ile de karşılaşırız. Çelebi zamanla göreceğimiz üzere yoğun bir Kusurluluk şeması ve buna eşlik eden koyu bir Cezalandırıcılık şeması olan bir adamdır. Bunlara eşlik eden, Haklılık ve Statü arayıcılığı Şemaları da cabası. Düşünsenize nasıl bir karakter? Gerçek dünyada böyle biri ile karşılaşsak öfke başta olmak üzere çeşitli duygular yaşatabilir bize, ki dizide de aynı öfkeyi etkileşimde olduğu tüm karakterlere ve de izleyicide de yaratıyor.

Dizi boyunca izlediğimiz Çelebi’nin aynı zamanda bir Kuşkuculuk şeması da vardır ve bu şema her daim aşırı telafide ve aktiftir, insanları kullanır ve taciz eder. Bu yapısı ile dizinin başında Raşel’in yaptığı suçtan dolayı Matilda’yı eline düşürdüğünü anlayınca hemen bunu fırsatını kullanmak ister. Fakir bir çaycıdan İstanbul’un ünlü lüks bir kulübünün yöneticiliğine uzanan yaşam hikayesinde Çelebi’nin statü arayıcılığı şeması da her daim aktiftir. Fakirlikten çıkmak için seçtiği yollarda da Haklılık şemasının tesirini görürüz. Başkalarının haklarına, mallarına göz koyar, hırsızlık yapar, çalışanların bayram harçlıklarından pay çalar, insanların manevi olarak değer verdiği şeyleri küçümser, assoliste gelmiş çiçekleri toplatıp yeniden sattırır. Her şey para için diye düşünebilir izleyici ama hayır öyle değildir. İçinde bir kusurlu çocuk taşıdığı için onu her yolla telafi etmeye çalışır. Statü arayıcılığı ile diğerlerini etkilemek takdir kazanmak için yoğun çaba harcar. İnsanlar ona borçlu olsun ister. Belki bir halini de Fedakarlık Şeması telafisi olarak değerlendirebiliriz. Her ne kadar Çelebi’nin izlediğimiz hikayesinde bunun köküne dair bir fikrimiz olmasa da fedakarlık şemasının aşırı telafisinde katı bir bencil ile karşılaşırız, İşte o tam da Çelebidir.

Dizide alt banttan ilerleyen bir başka hikaye de Raşel ve İsmet’in aşk hikayesidir. Raşel’in uzunca yıllar anne ve babadan yoksun kimsesiz yetimhanede büyümüş bir genç kız olarak duygusal yoksunluk şemasına sahip olması son derece doğaldır. Bu şema ile aşık olduğu adam ona gelecekleri olmadığını ısrarla söylemesine rağmen, ilişkide kalmaya ısrarcıdır Raşel. Bununla beraber ona kendini Aysel adında museviliğini saklayarak, bir müslüman olarak tanıtır. Kendini saklama eğilimini biz Kusurluluk şemasında görürüz. Her ne kadar azınlık olmak elbette bir kusur olmasa da, o dönemin azınlıklarının bu duyguları yaşamış olması son derece doğaldır. Raşel teslim olur, İsmet’e de duygusal yoksunluk şemasına da.

İsmet’e baktığımızda babasının annesine şiddet uyguladığını biliyoruz ve bu sebeple de babası ile arasında düşmanlık seviyede bir ilişki var. Dolayısı ile yakın ilişkiler onun için korkutucu. Her ne zaman Raşel ona geleceği olmasa da bu ilişkide kalmak ve yakınlaşmak istediğini dile getirse veya bu yönde davransa onu yollarda yalnız bırakarak kalbini kırmaya çalışır, hep uzaklaşır onu bir yerlerde yalnız bırakarak. Bu davranışlarından İsmet’in duygusal yoksunluk şemasının kaçınmasında olduğunu görürür. Dizi iki genç arasındaki çekimi ve çatışmaları çok güzel gösteriyor ve işte bizim de burada şahit olduğumuz tam da bir şema kimyasıdır.

Diziyi izlemeye devam ettikçe ve kulübün içine girdikçe, bir başka dikkat çekici ilişki karşımıza çıkıyor. Kulübün sahibi Orhan ile hayalci assolist Selim’in ilişkisi: İki başarısızlık şeması olan insanın birbirlerine tutunma hikayesi. Orhan babasını kaybetmiş, annesinin küçümseyici konuşmaları altında ezilen bir genç girişimci. Annesinin ” mağlubiyetin hiç bu kadar şaşaalı olmamıştı, şimdi hangi işini batıracaksın?” sözlerinden, katı ve başarı odaklı beklentili bir ebeveyni olduğunu anlıyoruz. Bu noktada Orhan’ın batırmış olduğu işlerden dolayı başarısızlık şemasının kökü olduğunu biliyoruz ve bunu çok lüks bir Kulüp açmak gibi büyük işlere ve burada Selim’e solistlik konusunda güvenerek büyük risklere giren telafide bir yapılanması olduğunu görüyoruz.

Anne tarafından incitilmiş olan Orhan, ebeveyni tarafından yaralanmış bir başka ruha denk geliyor: Selim. O da yıllarca mühendislik okumasına rağmen sahne sanatçısı olma hayalleri kuran, bunun için kulüp kulüp dolaşan, kovulsa da pes etmemiş olan bir genç adamdir. Selim’in Kulüp İstanbul’da çalışmaya başladığını öğrenen annesinin onu görmeye geldiği bir zamanda Selim’in ailesinin dinamiğine de şahit oluyoruz. Annesi “Sen bize utanç kaynağı olmaktan başka bir şey yapmadın, soytarısın sen.” diyerek kulübü terk ederken, Selim’in çocukken kendini belirleme ve gerçekleştirme ihtiyaçlarını karşılanmamış olduğunu anlıyoruz. Koşullu bir kabul ve hatta koşula uymadığında sert reddedişler ile karşılaştığını görüyoruz. Hala da aynı küçümseyici konuşmalar, reddedici davranışı devam ettiren ailesi ile Selim’in arası kopuktur, ailesi onunla görüşmemektedir. Bir bayram zamanı, sevgi ve aidiyet ihtiyacı ile babasını arayan Selim’in telefon suratına kapanır. Koşullu kabul ile onun da bir başarısızlık şeması vardır, her ne kadar önemli okullarda mühendislik okuyarak başarılı olmuş olsa da asıl arzusu destek görmemiş olan Selim, bu şemanın telafisi ile teslimi arasında gidip gelmektedir. Müzisyen arkadaşları kovuldukları bir kulüp çıkısında “Vaz mı geçsek artık gerçekten” demelerine “Ben vazgeçmiyorum.” diye yanıt verir. Telafi ile çabalamaya devam eder… Ama iş, ilk defa gazeteciler önünde sahne almaya geldiğinde merdivenlere ilerlerken o sahnenin girişine geldiğinde, sahneye çıkamayacaktır. Adı alkışlanıyor, müzik başlıyor, Başarısızlık şemasına teslim olduğu bu noktada hayalinin altında eziliyor ve kaçıyor.   

Dizinin ilerleyen bölümlerinde, Orhan’ı Selim ile yaptığı işbirliği ile beraber cürekar ve büyüklenmeci bir halini görüyoruz.  “İstanbul’un eğlence mekanları artık Türk müteşebbüslerce yeniden inşa edilmelidir. Londra, Paris 5 yıl sonra böyle eğlenecek” diyen Orhan’ın açtığı savaş elbette ki temelinde annesinin onda yarattığı incinme hislerinedir. 

Diziyi henüz izlememiş kimi okuyucuma izlemenin keyfini kaçıracak bir okuma sunmak istemedim, o nedenle bu analizimde mümkün mertebe olayları değil, ana karakterleri şema kuramı bağlamında analiz etmeye çalıştım. Matilda, Raşel, Çelebi, Selim, İsmet, Orhan. Umarım diziyi izlerken, bu karakterlerin ruhsal dünyalarına beraber bir bakış attığımız için ayrı bir keyif alırsınız…

Diziden önemli bulduğum bir cümle ile yazımı bitirmek istiyorum:

“Her anne çocuğunu mutlu edemiyor.”

Dergideki yazı görseli